Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürkün Kisa Anilari

İlham Veren Hikayeler – Anadolu’da “mesel” diye bir kavram vardır. Güzel hakikatlerin temsillerle yani örnek olaylarla anlatılarak anlaşılması kolaylaştırılır. Günümüzde bu tür hikayelere “İlham veren hikayeler” denilmekte ve bu öykülerin aslında güçlü birer anlamsal okuma olduğu dikkate alınmalıdır.

Neden temsil yolu seçilmiştir?

Çünkü anlaşılması zor olan konuların temsil yoluyla anlaşılması daha kolay olur. Karmaşık hakikatler düzenli bir şekilde, örneklendirme ve canlandırmaya dönüştüğü için fotoğrafik hafızamızda yerini kolayca alır.

Özetle bu öykülerin hem sindirimi çok kolay olur, hem de hikayenin sonunda ahlaki bir değer kazandırma özelliği bulunur.

Şunu da unutmayın:

Bu hikayelerin gerçek hikayeler olup olmadıklarının hiçbir önemi yoktur; çünkü birçoğunun yüzlerce yıllık efsanelere dayandığı ifade edilir.

Bununla birlikte, bahsettiğim hikayeler o kadar güçlü ve ilham vericidir ki, birçoğu sizi düşündürürken, bazen sözün bittiği yerde olduğunuzu fark edersiniz.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürkün Kisa Anilari

Zübeyde Hanım’ın Nasihati

Annesine, elini öpüp vedalaşırken, bir çay ziyafetine gittiğini söylemişti. Zübeyde Hanım onun üniformasına, çizmelerine bir göz attıktan sonra: “Bu çay ziyafeti değil.” demiştir. Mustafa Kemal onu yatıştırarak yanından ayrılmıştı. Annesi daha sonra bölge komutanına telefon ederek, nerede olduğunu sormuş ve kendisine çay ziyafetinde olduğu söylenmiştir.

Musatafa Kemal Atatürk anilari

Zübeyde Hanım  “Hayır, biliyorum savaşa gitti.”demiş ve oğluna bir mektup yazmıştır. “Oğlum seni bekledim. Gelmedin. Çaya gittiğini söylemiştin bana. Ama cepheye gittiğini biliyorum. Senin için dua ettiğimi bilmeni isterim. Savaşı kazanmadan sakın gelme.”


Abdülhamid


1937 yılında idi. Yaz aylarından biri. Doğrudan doğruya kendi kontrolündeki bir gazetede “Makedonya” adlı bir eserim tefrika ediliyordu. Bir akşam üstü Başyaver Celal (Üner) Bey beni telefonla aradı. Dolmabahçe Sarayı’na davet edildim. Ve Saraya gidince de, hemen hiç bekletilmeden, üst kata çıkarıldım. Bir kapı açıldı, kendimi Büyük Adamın karşısında buldum. Saygılarımı bildirince, belli bir iki nezaket cümlesi ile beni okşadı. Sonra:


– “Yazını okuyorum, dedi. Hürriyetin ilan edildiği zaman küçük bir çocuk olman lazım. Fakat kutlarım, o günleri iyi canlandırıyorsun. Yalnız Abdülhamid’i hiç sevmediğin belli.”

Biraz durdu. Elindeki bir renkli kalemi, önünde açık duran kalın ciltli bir Fransızca kitaba dikine vurarak düşünür gibi oldu. Ben susuyordum. Bu hal bir iki dakika devam etti. Sonra birdenbire şu sözler çıktı ağzından:


– “Sevme Abdülhamid’i! Yine de sevme! Fakat sakın anısına hakaret edeyim deme. Senin kuşağın biraz daha ölçülü kararlar vermeye alışmalı. Bak çocuk! Kişisel kanımı kısaca söyleyeyim: Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun durumu kuşkulu ve sınırları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette, Abdülhamid’in yönetimi büyük hoşgörüdür. Hele bu yönetim on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında uygulanmış olursa…”


Bunun üzerine ayrılmama müsaade buyurmuşlardı. Saygılarımı tekrarlayarak huzurundan uzaklaştım.


Düşmanı Denize Dökmek!


Mustafa Kemal o gece, yakınlarından birkaç kişiyle Ankara dışında bir yerde yemek yemişti. Ayrılırken ellerini omuzlarına atarak: “Saldırıya başlamak için şimdi doğru cepheye gidiyorum.” demiştir. İçlerinden biri şaşkınlıkla “Paşam ya başaramazsanız?”diye sormuştur. Bunun üzerine Mustafa Kemal “Ne demek istiyorsun? Saldırının başlangıcından on dört gün sonra Yunanlıları denize dökmüş olacağım.” demiştir.


Yanına Aldığı İlk Er


O, Samsun’a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O’na sordu:

Mustafa Kemal Atatürk Anilari

– Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?


Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar’daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.

Söyle niçin ağlıyorsun?


İç Anadolu’nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:


– Düşman memleketi bastı, hükûmet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er’in omzuna elini koydu:


– Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!


Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.

Sosyal Medyada Paylas